Günden güne değişiklik göstermekle birlikte, her kişinin kendine daha çok güvendiği veya bazen yüzüne vurduğu tek bir allık fırçası darbesi ile kendinin dünya güzeli olduğuna inandığı anlar vardır. Yerine göre ben de zaman zaman bu duyguları yaşasam da, kendimi dünya güzeli hissetmemi sağlayan tek şey ‘basit’ yaşamaktır. Beni gerçek anlamı ile tanıyanlar bilirler ki, kendimle dalga geçmeye bayılırım. Eksik veya geliştirilmesi gereken yönlerim ile dalga geçtiğim kadar, gurur duyduğum tek bir özelliğim vardır… Küçük şeylerden, büyük mutluluklar çıkarmak. Bu konuda tevazuyu hep bir kenara bırakırım.
Birçok imkan elimizde olmasına ve metropol hayatının bize sundukları gözlerimizi bir hayli boyamasına rağmen, yaş aldıkça İstanbul’un bana mutluluğu getirmeyecek olduğunu daha iyi anlar oldum. Bu sebeple, orta vadede daha basit bir gelecek için, planlarım doğrultusunda yaşamaya ve tüm kazancımı bu amaç için biriktirmeye başladım. Bu bir erken emeklilik planı değil, aksine daha zor olanı yaparak, ömrümün yarısında, hayata sıfırdan başlama kararını almaktı. Bunu ani bir geçişle başarabilecek kadar cesur olamadığımdandır belki, mesleğime yönelik tüm seyahatlerime, gelecek planlarıma alt yapı oluşturabilecek şekilde yön verdim.
Nisan ayının ortasında yaptığım Ordu ziyaretim de böyleydi. Amacım hem, Karadeniz’in eşsiz güzelliğine daha yakından şahit olmak, hem mutfağı ile ilgili derin bilgilere ulaşmak hem de geleceğim için ipuçları yakalamaktı. Çok yakın bir dostumun ailesinin yaşadığı, Delikkaya Köyü’nde, yine onların evinde misafir edildim. Misafir edilmek doğru bir yorum olmayabilir, çünkü sanki yıllardır o evin bir bireyiymişim gibi karşılandım. Karşılıksız, kötü niyet barındırmayan her tavır beni onlara daha da hayran bıraktı. Bacınoğlu ailesine binlerce kere teşekkür ve sonsuz sevgilerimi bir kere de buradan iletmek isterim… İyi ki varsınız…
Uçaktan sabahın erken saatlerinde inmiş olduğum için, gelen ilk teklif elbette kahvaltıydı. Daha öncede methini birçok defa duyduğum Ordu tostuna artık kavuşmak üzereydim:) Daha önce rastlamadığımız boyutlarda bir ekmek kullanıyor, güler yüzlü Kahraman abimiz. Neredeyse yarım asırdan fazla bir geçmişi var yarattığı bu güzelliğin. Sırrı ise yine basitliğinde saklı. Odun fırınında pişerek gelen tava ekmeği, dikkatli bir şekilde fazla kabuklarından arındırılıyor. Sonrasında, tüm çabalarıma rağmen tarifi ile ilgili herhangi bir bilgi alamadığım büyük sır devreye giriyor. Bir çeşit sucuk harcı hazırlanıyor. Çift çekim dana kıyma ve gizli baharatlarla marine edilerek hazırlanan harç, bıçağın sırtı ile ezilerek ekmeklerin arasına yerleştiriliyor. Kaliteli bir de kaşar peyniri ilavesi ile, döküm tost makinesinde pişiriliyor. Elbette bol tereyağı takviyesi ile. Sonuç mu? Ne diyebilirim ki…
İlk günün akşamı, can komşulardan birine ertesi sabah için köy ekmeği siparişi veriliyor. Ertesi sabah, en kaliteli buğday unuyla hazırlanıp, kuzinede pişirilen o mucize, sıcacık geliyor soframıza. Ekmeğin ortasını açıp koca bir kaşık tereyağı koyuyor Nesrin ablam. Beynimde oluşan sohbet balonlarını durduramıyorum ve ilk bombayı patlatıyorum, “Bana tereyağı yapmayı öğretebilir misiniz?”… İkiletmeden buzluktan yoğurt başları çıkartılıyor. Kendi sağdıkları süt ile mayalanan yoğurtların kaymaklarını biriktirerek saklıyorlar. Yayıktan daha modern ancak teknolojiden çok daha sıcak bir yöntem ile hazırlıklara başlıyoruz. Kapaklı bir bidona kaymakları, yoğurdun suyunu ve bir miktar yoğurdu ekleyerek, oda sıcaklığındaki su ile doğru kıvamı yakalıyoruz. Yatay vaziyette ve ileri geri hareket ettirerek sallamaya başlıyoruz. 15. dakikada sağ kol uyuşmaya başlayınca anlamaya başlıyorsunuz kıymetini. Miktar az olduğu için bir saat sürüyor bu aşama. Bana fazlası ile yetiyor tabii:) Kapağı açtığınızda sıvının yüzeyinden kendini ayırmış olan tabaka ile karşılaşıyorsunuz. Merhabaaaa, işte o tereyağı… Bu aşamada da incelik göstermek zorundasınız. Karışımı süzgeç ile süzemeyiz. Tahta bir kaşık yardımı ile, üzerinden sıyırarak temiz bir kaba alıyoruz. Çünkü ürettiğimiz yağın her bir gramı altın değerinde. Kaba aldığımız yağı, temiz ve serin bir su ile birkaç defa yıkıyor ve yoğurtlu tabakadan tamamen arınana kadar bu işlemi devam ettiriyoruz. Daha sonra top şeklini vererek, buzdolabında veya buzlukta muhafaza edebiliyoruz. Tüm bu işlemi sütün kaymağı ile de yapabiliyormuşuz ancak, iyi tereyağı yoğurt kokmalıymış, süt değil. Dolayısı ile en doğru yöntem, yoğurt başı ile yapılanmış.
Doğada var olanlar ile ürettiklerimizin sihri bir yana, bir de zaten doğanın bize direkt olarak sunduğu mucizeler ile daha yakından tanışıyorum. Daha öncesinde ismini duyduğumda ailenin bir ferdi zannettiğim ‘Melocan’ ve eşsiz lezzeti ile ‘Galdirik’ yine benim için zirveyi paylaştılar. Galdirik, Karadeniz bölgesinin birçok şehrinde yetişen ve çiçeklerinin eşsiz renkleriyle büyüleyen bir bitki. 30 cm’e kadar büyüyebilen bu muhteşem bitkinin, çiçekleri ve gövdesi tüketilmek üzere kullanılıyor. Nemli, rüzgarsız ve kuytu alanlarda kolaylıkla ve sıkça rastlanıyor.Turşu olarak hazırlanıp saklanıyor. Dilerseniz bu şekilde tüketiyor ya da kavurmasını yaparak çok farklı bir boyuta taşıyabiliyorsunuz. Melocan ise toplanma ve ayıklanma aşamasında yaşattığı zorluklarla meşhur. Dikenli bitkilerin arasında yetiştiği için emek emek toplanıp geliyor pazarlara. Tadı biraz pazıyı andırıyor. Daha konsantre ve dolu dolu bir lezzete sahip. Başlı başına bir akşam yemeği de olabilir, yumurta ile pişirdiğinizde kahvaltınızın kralı da…
Tüm bahar ve yaz ayları boyunca, kendi bahçe ve emeklerinin mahsülü için çaba sarfediyorlar. Yeşillikler ve fındık tarlanın vazgeçilmezi. Bu sene ana ürün olarak fasülye için çalışmalara başlamışlar. Bol bereketli, mis gibi bir sezon olsun dilerim.
Ordu’nun da diğer Karadeniz şehirleri gibi bir doğa harikası olduğunu söylememe gerek yoktur sanıyorum. Boztepe’den bir kez olsun şehre tepeden bakmak, hayattan beklentilerinizi bile değiştirmeye yetebilir:) Kurulkayası’ndaki esrarengiz sükûnet ve manzara için söylenecek söz yok. Yine konakladığım köyde bulunan ‘Soğuk su’ mevkii, geçmişin çocuklarının eşsiz anılara sahip oldukları muhteşem bir yerdi. En sıcak günlerde bile, doğal yollarla oluşan buz gibi suyun tadını çok uzun bir süre unutamayacağıma eminim.
Ordu’ya ziyeretim sırasında gösterdikleri tüm misafirperverlik ve samimiyet için bir kez daha güzel Nesrin ablam ve Hasan abime, sonsuz sevgim ve bereket dileklerimi göndermek isterim.
Tekrar buluşmak üzere…
İkinci sabah bu manzara ile başladı…
Akşam 19:00’da kendiliğinden kümese giren bir nesil…
Fındık filizlerini saydık…
E tabii ki yedik…
Kazların tüm hiddetini göze alarak başarıya ulaştığım ilk gün:)
Hava bize müsaade etti, naneler kurudu ve İstanbul sınırlarına giriş yaptılar…